Dental biyomalzeme alanında Türkiye’de bir ilk gerçekleşti. Antibakteriyel nano kompozit diş dolgu malzemelerinin yüzde 100 yerli üretimi için Yıldız Teknik Üniversitesi, Yıldız Teknoloji Transfer Ofisi ve yerli sermayeli Umg Uysal (Avrupa İmplant) firması iş birliği yaptı. İmza töreninde, dental restoratif alanında Türkiye’nin 5 yılda söz sahibi olacağını söyleyen Prof. Dr. Afife Binnaz Yoruç Hazar’dan projenin detaylarını dinledik.
Değerli Hocam, öncelikle buluşunuz için sizi ve emeği geçen meslektaşlarınızı tebrik ederiz. Çalışmalarınız ve dental kompozit alanında yoğunlaşma sürecinizi sizden dinleyebilir miyiz?
Bu iş birliği, üniversite patentinin sanayiye lisanslaması adına çok önemli bir örnek teşkil etmektedir. Restoratif dental malzemeler konusunda araştırmalarımız 1990’lı yıllarda başlamıştır. Çalışmalarımızı gerçekleştirdiğimiz süreçte özellikle dental restorasyon alanında klinikte kullanılan malzemelerin neredeyse tamamının yurtdışından sağlandığını gördüm. “Katma değeri yüksek olan bu ürünleri neden üretemediğimiz” sorusunun cevabını ararken “diş hekimliği alanında bir malzeme üretebilmenin yolunun öncelikle klinik uygulamaları iyi anlamaktan geçtiğinin” farkına vardım. Amalgamı ve kompozit dolguları güncel literatür bilgilerinin yanı sıra ticari ürünleri de sıkı bir biçimde takibe aldım. 2010 yılında TÜBİTAK’a sunduğum “HA/Kollajen/Nanotüp Katkılı Dental Restoratif Malzemelerin Üretimi” isimli 1001 Projesi çalışması kapsamında doğan bursiyer ihtiyacım, aynı zamanda yüksek lisans öğrencim de olan Aysu Karakaş Aydınoğlu ile konu ile ilgili olarak yoğun çalışmalara başlamamızı sağladı. Bu noktada antibakteriyel özelliğe ve yeterli mekanik dayanıma sahip kompozitlerin klinik açıdan beklenen bir talebi karşılayabileceğini belirledik. Bu arada ise ticarileşebilir ürün formülasyonları için mali destekler aramaya başladık ve UMG Uysal/Avrupa İmplant firması ile işbirliğine başladık.
Üzerinde çalıştığınız dental kompozit dolgu malzemelerinin teknik özellikleri, üstünlükleri nelerdir?
Dental kompozit dolgu malzemeleri iki ana fazdan oluşmaktadır. Bu fazlardan biri organik esaslı reçineler olup diğeri inorganik esaslı seramik ve camlardır. İnorganik faz, yapıya sertlik ve mukavemet kazandırır. Günümüzde kullanılmakta olan kompozit malzemelerin büyük bir çoğunluğu gerekli mekanik dayanımı karşılamaktadır. Fakat yapılan araştırmalara göre bu restorasyonların yaklaşık %70’i dişlerde meydana gelen ikincil çürük sebebi ile değiştirilmektedir. Çalışmalarımızda hedefimiz bu ikincil çürük oluşumunu engellemek üzere flor salımı sağlayan malzemelerin üretimine dayanmaktadır.
Bu nokta da aluminyum-stronsiyum-oksiflorür ve aluminyum-stronsiyum-silisyum-oksiflorür içeren nano boyutlu malzemeler ürettik. Bu malzemeleri üretmiş olduğumuz silika ve silika/zirkonya esaslı seramikler ile birlikte kompozitlere yüklediğimizde hem geleneksel kompozitlere benzer mekanik davranışlar hem de umut vaat edici antibakteriyel davranış sergiledi. Şu anda bu malzemelerin rejeneratif etkisi üzerine olan çalışmalarımız TÜBİTAK 1505 projemiz kapsamında, diş hekimleri Prof. Dr. Aslıhan Üşümez, Doç. Dr. Subutay Han Altıntaş ve Dr. Öğr. Üyesi Edibe Egil ile birlikte devam etmektedir.
Doğru bir malzeme geliştirmek için klinik uygulamaları anlamanın önemi hakkında neler söylemek istersiniz?
Bir dokuda herhangi bir nedenle oluşan tahribatı gidermek için kullanacağınız malzeme, zaman içinde dokunun oluşturduğu organda ve dolayısıyla vücudumuzda çeşitli problemlere neden olabilecek bir potansiyel taşımaktadır. Bu nedenle doğru malzeme geliştirmede özellikle dokuyu iyi tanıyan ve malzemeyi bire bir uygulayan hekimler ile çok sıkı işbirliği gerekmektedir. Yeni bir malzeme ihtiyacını karşılamak için iki temel kriter vardır: klinikte halen kullanılan malzemelerin yetersizliklerini iyi bilmek ve malzeme tasarımındaki kriterlere çok iyi hakim olmak. Kliniğin taleplerini ortaya çıkaran en önemli kaynak “case study” adı verilen vaka takip çalışmalarıdır. Bu nedenle ürünleri dental pazarda üstün talep gören firmalar, vaka çalışmalarına önemli destek verirler.
İmza töreninde, son yıllarda rejeneratif ürünlere doğru bir gidişat olduğundan bahsettiniz. Yeni nesil malzemeler hakkında neler söylemek istersiniz?
Dünyada yaşlı nüfusun hızla artması ve doku/organ bağışlarında yaşanan zorluklar, doku rejenerasyonunu hedefleyen biyouyumlu malzemelerin geliştirilmesini sağlık alanındaki öncelikli çalışmalardan biri haline getirmiştir. Ayrıca günümüz klinik uygulamalarda doğal ve sentetik malzemeler yaygın olarak kullanılmaktadır. Fakat bu malzemeler kaybolan dokunun fonksiyonunu sağlayabilmekte buna karşın dokunun rejenerasyonunu yani yeniden oluşumunu yeterince sağlayamamaktadır. Son yıllarda doku mühendisliğinin gelişmesi ile birlikte yeni nesil biyomalzemeler üretilmeye başlanmıştır.
Geliştirmiş olduğumuz antibakteriyel özellikli kompozitler, ikincil çürük oluşması durumunda flor salımı ile çürüğün ilerlemesini durduracak potansiyeldedir. Fakat çürük oluşumu durdurulmasından sonra oluşan doku kaybı, dolgu ve diş yüzeyi arasında boşluklar yaratarak mikrosızıntı olarak adlandırılan bir soruna neden olmaktadır. Bu da restorasyonun ömrünü azaltmaktadır. Bu noktada kompozitlere rejeneratif özellik kazandırılması ile oluşmuş doku kaybının giderilmesi ve restorasyonun ömrünün uzatılması hedeflenmektedir
Bir buluş yapmak yıllarca devam eden titiz bir çalışma gerektiriyor. Ancak buluşu ticari ürüne dönüştürmek de bir o kadar zahmetli. Fikir aşamasından ticari ürüne dönüşene kadar geçilen basamaklar nelerdir?
Dental uygulamalar için klinik ihtiyaçları karşılayabilen ürünler geliştirmek gerçekten çok sabırlı olmayı ve gelişmeleri çok dikkatli takip etmeyi gerektiriyor. İlk olarak 2010 yılında TÜBİTAK 1001 projesi ile başlayan sürecin devamında iki adet YTÜ-BAP projesi, 2016 yılında tamamlanmış olan bir doktora çalışması ile 6 yıllık bir sürecin sonunda 2017 aralık ayında patent başvurumuzu gerçekleştirdik. Ar-Ge çalışmalarını tamamladığımız antibakteriyel kompozit formülasyonları ticari ürünlere dönüştürmek için çalışmalarımız TÜBİTAK 1505 projemiz kapsamında devam etmektedir. Hedefimiz en kısa sürede optimizasyon ve belgelendirme çalışmalarını tamamlayarak paketlenmiş ürünün dental pazara sunulmasını sağlamaktır.
İnovasyon iklimini, üniversite sanayi işbirliğini güçlendirmek adına, TÜBİTAK 1505 projeleri hakkında da kısaca bilgi alabilir miyiz?
1505 programı ile üniversite/kamu araştırma merkez ve enstitülerindeki bilgi birikimi ve teknoloji, Türkiye’de yerleşik ve proje sonuçlarını Türkiye’de uygulamayı taahhüt eden kuruluşların ihtiyaçları doğrultusunda, ürüne ya da sürece dönüştürülerek sanayiye aktarılmaktadır. Araştırmacı ve sanayici, ürün medikal pazara girene kadar teknik ve mali açıdan işbirliği içinde olmak zorundadır. Ar-Ge aşamasında elde edilen ürünün ticari ölçekte değer kazanması için mali desteklere ihtiyaç vardır ve 1505 projesi TÜBİTAK tarafından sağlanmış olan önemli bir destek türüdür.
Eklemek istedikleriniz?
Üniversite-sanayi işbirliğinde ülkemizde önemli zorluklar bulunmaktadır. Bu noktada özellikle araştırmacı ile sanayicinin bir araya gelmesine olanak tanıyan etkin faaliyetlerin ve platformların güncellenmesi gerekmektedir. Türkiye’nin gerçekçi bir Milli Teknoloji Hamlesi yapabilmesi için Teknoloji Transfer Ofisleri’nin sanayici ile akademisyeni her iki tarafın beklentileri doğrultusunda ortak bir noktada buluşturabilmelidir. YTÜ-TTO ile birlikte çalışmamız bizi bugün bulunduğumuz noktaya getirmiş ve sanayici ile ortak bir noktada buluşmamızı sağlamıştır.
Röportaj: Elvan Genç (VYG)
Dişhekimliği Dergisi Sayı 138
Dişhekimliği Dergisi’ne abone olmak için burayı tıklayabilirsiniz.