Koçluk, kişisel gelişim konularıyla ilgili, bu konularda eğitim almış bir diş hekimisiniz. Öncelikle okurlarımız için kendinizi tanıtır mısınız?
1991 İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi mezunuyum. Mezuniyetimden itibaren aktif olarak kendi kliniğimde diş hekimi olarak faaliyet gösterdim. Mesleğimin ilk yıllarında İstanbul Diş Hekimleri Odası ile Prof. Dr. İnci Oktay koordinatörlüğünde katıldığım gönüllü eğitmen diş hekimi çalışmalarında çok şey öğrendim. Yine gönüllü olarak katıldığım sağlık eğitmenliğinden edindiğim bilgilerden esinlenerek Dilsil Dil Temizleyici ürününü patentleyerek ağabeyim ile birlikte piyasada satılabilen bir ürün haline getirdim. Ürünümüz şu anda Türkiye’de her ay binlerce satılıyor. 2017 yılında “Diş Hekimi Asistanlığı” kitabını yazdım. Son görev yaptığım üniversitenin sağladığı bir imkanla HEA denilen uluslararası üniversite hocalığı yetkisi veren sertifikayı aldım. 2016-2017 yıllarında yeniden merak duygumu kovaladım ve Kuraldışı Akademi’den eğitim alarak sertifikalı Yaşam Koçu oldum.
Artık Koltuğumda Oturan Hastamı Daha Kolay Yönlendirebiliyorum
Kişisel gelişim konularına ilginiz nasıl başladı? Aldığınız eğitimler ve öğrendiklerinizden kendi hayatınızda nasıl yararlanıyorsunuz?
Diş sıkan ve gıcırdatan hastaları daha farklı farkındalıklarla yönlendirmek istiyordum. Ayrıca kitabım nedeniyle eğitmenlik tarafımda kullanabileceğim iletişim teknikleri ve bilgilerini geliştirmeyi amaçlıyordum. Hayatımda bir şeyler istediğim gibi gitmemiş ve 22 yıl süren evliliğim bitmişti. Yaşamımda değiştirmek, eklemek veya çıkarmak istediğim şeyleri daha net görmek istediğim döneme denk gelen bu bilme arzusu ile Kuraldışı Akademi’de Nil Gün tarafından verilen Yaşam Okulu denilen bir eğitim dizisinden geçtim. Bu eğitim dizisi, hayatımda kendime vermiş olduğum en güzel hediyedir diyebilirim.
Başta hekimler olmak üzere her meslek ve yaş grubundan insan için pandemi sürecinin getirdiği bir yorgunluk ve bıkkınlık var. Bu bıkkınlığı aşmak için neler tavsiye edersiniz?
Bilinmesi ve tekrar tekrar hatırlanması gereken şey şudur, hiç bir şey sonsuza dek sürmüyor. Bana göre üzerinde düşünülmesi gereken en önemli şey, bu sürecin de eninde sonunda biteceğidir. Ölümlerin yanında öncesinde de olduğu gibi gençlerimiz evleniyor, bebekler doğuyor. Hayat akmaya devam ediyor kısacası ve akmaya da devam edecek... Yine biliyoruz ki yaşamın bir ucu ölümse bir ucu umuttur. Ölüme yenik düşmek istemiyorsak umuda tutunmaktan başka yolumuz yoktur. Tavsiyem hayata umutlu bir bakış açısıyla bakıp, bulunulan koşullara uyumlanmaktır. Böyle bir bakış açısı geliştirebildiğimizde bakın her şey bize nasıl da daha güzel ve kolay gelir.
Olumsuzlukları Kafamızda Büyütürsek Stresimiz Artar
Sağlık çalışanlarının iş yükü, yaşadığı stres ve hastalık riski toplumun diğer kesimlerinden çok daha fazla. Bu stres nasıl yönetilebilir?
Sağlık çalışanlarının içinde en riskli grup biz diş hekimleriyiz, ancak ilginç olan en çok ölüm görülen sağlık çalışanları diş hekimleri değil, ya gerçekten korunmayı iyi biliyoruz ya da zaten aerosol içinde kala kala bağışıklığımız çok güçlenmiş. Şaka bir yana, salgın sürecinde ve sonrasında değişen bir konu var. Kişisel koruyucu ekipmanların giyilip çıkarılması, artık meslek hayatımızın bir parçası. Bunu stres olarak almaktansa bizlerin giyinmesini bekleyen hastama ben açık açık gülerek giyinmek soyunmak artık yarım saatimizi alıyor diyerek konuyu espriye vurmaya çalışıyorum. Böylece hem hastam “benim için zor şartlar altında çalışıyorlar” diye üzülmesin istiyorum hem de kendimi koruyarak onu da koruduğumu bilmesini sağlamış oluyorum.
Bir konunun çözülemez ve olumsuz yanlarını kafamızda büyütürsek stresimiz artar. Benim birey olarak yapabileceğim şey, her canlının ölümlü olduğunu tekrar tekrar hatırlamak, gündelik ve iş hayatımdaysa yaşama sıkı sıkı sarılmak.
Pandemi tedbirlerine alışsak da eskisine hiç benzemeyen yeni bir normal hayatımız var. Birçok kısıtlama söz konusu iken daha doyumlu bir yaşam için neler tavsiye edersiniz?
Açıkçası ben daha önceden de çantamda hijyen malzemelerimle, uçaklarda ve otobüslerde maske ile seyahat ederdim. Olması gereken buydu diye düşünüyorum. Sosyal mesafe kavramının da hayatımıza hala tam oturduğunu söyleyemesek de ondan da gayet memnunum. Bankamatikte nerdeyse ekranımızı okuyacak kadar yakın duran insanlardan hepimiz rahatsız değil miydik?
Evlerdeki 15-20 kişilik davetlerdeki gürültülü kalabalık yerine mesafeli oturumlu 3-5 kişilik daha tatlı bir sohbetin aktığı buluşmalar mesela bana daha doyurucu geliyor. Bir de pandemi “Yalnızken kendimizle nasıl mutlu oluruz?” bunu hatırlatmış oldu. Biliyoruz ki yalnızken ki kendiyle keyifli vakit geçirebilen her insan, aslında sağlıklı sevebilme yetisi olan insandır.
Sürekli değişmek ya da bir şeyleri değiştirmek gerekliliği ile başa çıkabiliyor muyuz sizce?
Değişip uyum sağlayabilenler var ve bu bireyler zaten hayata sağlıklı tutunan bireyler oluyor. Değişim hep vardır ve hep de var olacaktır. Başa çıkamayanlar da olacak elbette... Sorunun küresel ve çok büyük boyutta olduğunu biliyor oluşumuz başa çıkmayı az da olsa kolaylaştırıyor. Şu dönemde dünyanın her yerinde herkes birbirini anlıyor ve onaylıyor. Bu da başa çıkmayı biraz daha kolaylaştırıyor.
Eklemek istedikleriniz?
Eğitmen kimliğimle öğrencilerim üzerinde farkındalık çalışmaları yapar, türlü oyunlar oynatırım. Mesela laboratuvar dersinde öğrenciler bir malzemeyi karıştırırken, kendisinin göremeyeceği rastgele bir sıfatı taç yapar, herhangi bir öğrencinin başına takarım. Arkadaşlarının ona taçta yazılı sıfattaki kişiymiş gibi konuşup davranmalarını isterim. Taç takılı öğrencimden, sıfatı arkadaşlarının tavrından tahmin etmesini isterim. Yanıt bulunur veya bulunmaz, bir çoğumuz ailemizin bize verdiği sıfatları kişiliğimiz olarak benimser, taç yapar takarız. Çoğumuz bu sıfatları hak edip etmediğimizi, bu sıfatların kendi varoluşumuzdaki payının ne olduğunu sorgulamadan yaşayıp gideriz.
Her zaman bilinmesi gereken şey şudur, bir insan kendisini devamlı olarak şikayet ederken, bir başkasını suçlarken yakalıyorsa, tek yapması gereken şey kendisine “Yapmam gereken neyi yapmıyorum?” diye sormaktır. Çaresiz bir kişi gördüğümüzde her zaman kahramanlığa kalkışmaya gerek olmadığını, çoğu kez o insanın üzerine düşeni yapmadığını görmeye başlarız.
Röportaj: Elvan Genç (VYG)