Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Celal ARTUNÇ, Medimagazin'deki köşesinde diş hekimliği eğitim sürecini, uygulamalı klinik öncesi ve klinik eğitimlerdeki sorunları kaleme aldı.
Diş hekimliği eğitim süreci kuramsal, uygulamalı klinik öncesi ve klinik eğitimi ile birlikte oldukça zorlu; estetik yönü ile de sanatsal yaklaşım gerektirdiğinden, hastanın göreceli olarak mutlu edilebildiği bir meslek grubudur. Hekimin, sağlam temel tıp bilgisi yanı sıra, materyal ve teknoloji bilgisi ile laboratuvar hâkimiyeti sağlaması ve hastaya bu parametrelerle yaklaşabilmesi, büyük önem taşımaktadır. Bunun ön koşulu da üzerinde yoğun düşünülerek hazırlanmış, çok yönlü eğitim programları oluşturarak uygulayabilmektir. Bu bilgi sunucuları da öğretim üyeleridir.
Ülkemizde sayısı her geçen gün hızla artan özel ve devlet üniversiteleri ise, sevindirici fiziki koşullar sunabilmektedir. Ancak, eğitimde uyguladıkları stratejilerin aynı ölçüde başarılı sonuçlar doğurduğu ne yazık ki söylenemez. Bunun en büyük nedeni, henüz doktorasını tamamlayarak öğretim üyeliğine “aday” durumuna gelmiş; ancak eğitim-öğretim verebilme becerileri kişisellik etmeni ile standarda ulaşamamış ve olgunlaşmaya açık olan kişilerin, birden bire öğretim üyeliği sıfatı ile yeni açılan üniversitelere, gerçek becerileri sorgulanmaksızın “önerme” ile yerleştirilerek hızlı akademik kadrolaşmaya geçilmesidir. Ek olarak, bu bireylerin, yeni açılan fakültelerin temel gereksinimlerinin sağlanması için hem yönetsel hem de eğitsel faaliyetlerde yer alma görevleri doğmaktadır. Oysa eğitim-öğretim lisans olduğu kadar, lisansüstünü de kapsamaktadır. Kendisi bilim doktoru ya da uzman yetiştirme yetisine ulaşamamış ve kendi akademik aşamaları için, yayın ve bilimsel faaliyet yapma zorunluluğunda ve kaygısında olan kişilerin -ki bu kişilerin bilimsel üretim becerileri de sorgulanır niteliktedir- bu durumun nasıl altından kalkabileceği konusu da tartışmaya çok açıktır. Bu fakültelere, sadece kurucu niteliğinde, sınırlı sayıda kıdemli öğretim üyelerinin geçiş yapması da yetersiz kalmaktadır; çünkü yürürlükteki pek çok yönetsel ve eğitsel iş yükü akademik kadrolarca karşılanmalıdır. Köklü ve sistemsel olarak yerleşik olan, ancak her zaman yeni fakülteler tarafından, haksızca “hantal” olarak nitelendirilmiş ve bu fakültelere yerleştirilen kişileri de yetiştirmiş olan fakültelerimiz, bu desteği yeni fakültelerimize sağlamaya gönüllü ve açıktır; ancak, yeni fakültelerimizin bu konudaki rekabetçi yaklaşımları çıkmazlar yaratmaktadır.
Konunun temel çözümü, gerçekten eğitime “hazır” olan ve bu akademik liyakati “hız”a bağlı olarak değil; çalışmalarının bir ürünü olarak nitelik ve niceliksel yönden tamamlamış dinamik bireylerle, eğitim-öğretim programlarının şekillendirilmesidir.
Bu makale www.medimagazin.com.tr sayfasının yazarlar köşesinden alınmıştır.