Dentiss Logo

Prof. Dr. Feyzi Batur

Editörümüz Prof. Dr. Faruk Haznedaroğlu, şu günlerde yaş haddi dolayısıyla İstanbul Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi’nden emekli olmaya hazırlanan değerli hocası Prof. Dr. Feyzi Batur ile akademik hayatı ve endodonti biliminin gelişimine dair keyifli bir söyleşi gerçekleştirdi.  
16.06.2009       12.30.16

 

“İstanbul Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi benim tutkumdu”

 

Editörümüz Prof. Dr. Faruk Haznedaroğlu, şu günlerde yaş haddi dolayısıyla İstanbul Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi’nden emekli olmaya hazırlanan değerli hocası Prof. Dr. Feyzi Batur ile akademik hayatı ve endodonti biliminin gelişimine dair keyifli bir söyleşi gerçekleştirdi.  

 

FH. Sevgili Hocam akademik yaşamımın başından beri, yani yirmi dört yıldır sizinle birlikte çalışıyorum. Ancak biliyoruz ki; sizin İ.Ü. Dişhekimliği Fakültesi çatısı altında geçirdiğiniz süre, bundan çok daha fazla. Ben ve birçok meslektaşım sizi çok iyi tanıyoruz. Bununla birlikte sizi bir kez de kendi ağzınızdan dinlemek istiyoruz?

  Öğrencilik yıllarımı da katarsak ömrümün kırkdokuz yılı burada geçti. Büyük bir keyif, heyecan ve istekle başladığım fakülte hayatım benim için bir tutkuydu. Hani bir sigara tiryakiliği gibi bağımlılık yarattı. Ben şu sırada yaş haddi dolayısıyla emekli olma noktasına geldiğim zaman, bunu çok daha iyi kavrıyorum. Bundan on ya da yirmi yıl önce böyle düşünmezdim. Şimdilerde ise burada geçireceğim her saniyenin tadını çıkarmak istiyorum. Geriye dönük analizler yapıyorum. Ben üniversite öğrenimime 1960 yılında, İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi’nde başladım. O tarihten bu yana da tıp camiasının içerisindeyim. 1964 yılından sonra da Dişhekimliği Fakültesi’ne yatay geçiş yaptım. Böylece çok daha yoğun, çok daha keyifli bir meslek hayatım oldu. Tıp fakültesi geçmişimi bilenler, oradaki arkadaşlarımla dostluklarımın aynen devam ettiğini bilirler. Tıp fakültesindeki dostlarım da benim dişhekimliğini seçmiş olmakla ne kadar isabetli bir karar verdiğimi çok iyi bilirler. Hakikaten de bugün aynı yıllara geri dönebilsem yine aynı tercihi yapardım.

 

Tıbbiyeye ilk girdiğim zamanlar kardiyoloji yapmak istemiştim. Onun da özel nedenleri var. Sonra psikiyatriye merak saldım. Ama bir gün kadın doğum kliniğinde sedyede yatan genç bir hanım 200 lira para bulunamadığı için kanamadan öldü. Bu beni müthiş etkilemişti. Bütün gece uyuyamadım ve uykusuzluğumun önüne geçemedim. O zaman bu konuyu, benden daha büyük olan öğrenci ağabeylerimle tartıştığım zaman “Sen bu iş için uygun değilsin, çok yufka yüreklisin, yapamazsın” dediler. Hayati bir risk taşımadığını düşündükleri bir branş olarak dişhekimliğini bana tavsiye ettiler. Bunu öneren kişi bana hayatımın en büyük iyiliğini yapmış oldu. Çünkü ben bugün bile, acı çeken insanları görmekten, hele hele yaşam mücadelesi veren ve o mücadeleyi kaybedip rahmete eren insanları görmekten müthiş derecede etkilenirim. Bu çok duygusal bir yapının sonucudur. Mesleğimde kırk üç tamamladım. Hala nasırlaşma olmadı. Dolayısıyla dişhekimliği mesleğini seçmiş olmaktan çok mutluyum.

 

FH: Bugüne kadar birçok öğrenci yetiştirdiniz. Yaklaşık olarak kaç kişiye doktora danışmanlığı yaptınız?

  15-20 civarında öğrencinin doktora çalışmalarında yönlendirici oldum. Destek olduğum kişilerin sayısı sayılamayacak kadar çoktur. Elimden gelen bir yardım olduğu zaman hiç düşünmeden, önüne arkasına hiç bakmadan elimden gelen her şeyi büyük memnuniyetle yapmaya çalışırım. Bu davranışlar benim ruh ve beden sağlığım için gıda olur.  

 

FH: Hocam, uzun bir süredir endodonti dünyasının içinde bulunuyorsunuz. Eskiden sadece diş hastalıkları ve tedavisi anabilim dalının içinde bir bölüm iken endodonti bugün başlı başına bir anabilim dalı haline geldi. Bu süreci yorumlayabilir misiniz?

  Tabii ki geriye dönük bir analiz yapmakta fayda var. Bunu bütün meslektaşlarımızın da bilmesi faydalı olacaktır. Dişhekimliği eğitimi benim öğrencilik yıllarımda dört ana disiplinden oluşuyordu: Diş hastalıkları ve tedavisi kürsüsü, protez kürsüsü (kuron köprü ve total protez bölümlerinden oluşuyordu), ağız-çene ve diş hastalıkları cerrahisi kürsüsü ve ortodonti kürsüsü. Bunların dışında fakültemizde temel bilimlerle ilgili başka bir şey yoktu. Temel bilimler eğitimini tıp fakültesi bünyesinde görürdük. Sonraları tedavi kürsüsü bazı özel nedenlerden dolayı Tedavi 1 ve Tedavi 2 olarak iki bölüme ayrıldı. Öğrenciler de buna göre ikiye ayrıldı. Sonucunda söz konusu bu iki başlı tedavi kürsüsü herkesi rahatsız ettiği için bir süre sonra bu kürsüler birleştiler. Ama bu birleşme sırasında o zamanlar dişhekimliği dünyasında yeni gelişen periodontoloji disiplini bizim kürsümüzde yer almaktaydı. Periodontolojiyle uğraşan o zamanki hocalarımız daha sonra bizden ayrılarak periodontoloji kürsüsünü kurdular. Böylece diş hastalıkları ve tedavisi kürsüsü ilk doğumunu yapıp periodontoloji bilim dalını dünyaya getirmiş oldu.

 

Bir süre sonra pedodonti disiplini kendi kadrosunu oluşturup ayrı bir kürsü olarak diş hastalıkları ve tedavisi anabilim dalından ayrıldı. Kürsünün başında bizim eski hocamız olan Prof. Dr. Altan Gülhan yer aldı. Türkiye’de pedodonti konseptini çok uzun gayretler sonucunda gerçekleştirdi. Bundan sonra tedavi kürsüsü, oral diagnoz ve radyoloji olarak yeni bir doğum yaptı. Tedavi; peridontoloji, pedodonti, oral diagnoz ve radyoloji gibi bölümlere ayrılarak kürsü pozisyonundan anabilim dalı konumunu getirildi. Dünyada dişhekimliği alanında yaşanan hızlı gelişmelere bağlı olarak büyük bir mutlulukla söylemek isterim ki dişhekimliğinin parlayan yıldızı endodonti ve konservatif diş tedavisi olarak kendini göstermektedir. Dişhekimliğindeki derin dokularla ilgilenen, dişhekimliğinin anahtarı durumunda olan, özellikle serbest çalışan meslektaşlarımızın başarısının temel konsepti olan endodonti kavramı çok büyük bir başarıyla hak ettiği yeri almaktadır. Dişhekimlerinin başarısında ve diş hastalıklarının tedavisinde en önemli kısmı oluşturan endodontal problemlerin çözümünde fevkalade büyük başarı bugün sağlanabilmektedir. İlk tedavi asistanlığı yaptığım sıralarda kanal tedavisi sıklıkla uygulanırdı. Kanal tedavisinin ilk uygulandığı zamanlarda tek kon tekniği ve bunun ile birlikte rezorbe olabilen iyodoform patı kullanılırdı. Hatta o zamanki hocalarımız iyodoform patın taşması durumunda ortaya çıkan periodontitis’in birkaç gün sonra geçeceğini söylerlerdi. Hakikaten de hastalar büyük sıkıntılar çekmezlerdi. Ama ne zaman ki Gutta perka ya da tek kon tekniğiyle kullanılan gümüş kon taştı, o zaman sıkıntı olurdu. Hatta bir hatıramı anlatayım. Rahmetli Yılmaz Manisalı Hocamız kanal tedavisi için gelen bir hastayla ilgilenmişti. Ertesi gün hasta ağrıyla geldiğinde bana “Hasta periodontitis olmuş. Git kavitesini aç ve konguttayı biraz geri çek” dedi. Hiç röntgen filan da görmedi. Bu, Yılmaz Hoca’nın kliniğe ne kadar hakim olduğunu gösteriyordu. Kaviteyi açtım, ben de hocanın talimatı üzere kanaldaki konguttayı birkaç milim geri çektim ve hastanın şikayetlerinin geçtiğini gördüm. Ama günümüz endodonti biliminin bugün ulaştığı bilimsel verilerle bu vakanın sadece böyle basit bir müdahale ile iyileşebileceğini düşünmek tabii ki tartışılabilir. Ama o günkü durumda konguttayı geri çekmek semptomatik tedavi yönünden başarılı ve hastanın tedavisi için yeterli kabul edilmekteydi.

 

1981 yılında bir kongre olmuştu ve Atatürk’ün doğum yıl dönümü nedeniyle toplantılar yapılıyordu. Fakültemizde ilk konuşmayı Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya yapmıştı. Atatürk hakkında konuşmuştu. Hınca hınç dolu olan salon alkıştan inlemeye başladı. Sonra ben kompozitler konusunda bir konuşma yaptım. Konuşmaların sonunda da sorular soruldu. Yaşlı bir meslektaşımız bana, kanal tedavisinin başarısı hakkında ne düşündüğümü sordu. Ben bu meslektaşımın kanal tedavisini uygulamadığını ve buna inanmadığını düşündüm. Ama bu tedavinin yapılması gereken durumlarla da muhtemelen karşılaşıyordu. Buradan bir sonuç çıkarmıştım. 1981 yılında İstanbul’da çalışan deneyimli bir dişhekimi hiç kanal tedavisi yapmıyordu. Ancak günümüzde kanal tedavisi çok yaygınlaştı. Üç köklü üst büyük azı yedi numaralı dişlere tek seansta kanal tedavisi çok yaygın olarak yapılıyor. Son yirmi yılda endodonti eğitiminin seviyesi ve endodontik tedavideki başarı oranı çok yükseldi.

 

FH: Sizin de kurucuları arasında olduğunuz Türk Endodonti Derneği geçtiğimiz 10 yıl içinde büyük aşamalar kaydetti. Derneğin geçirdiği bu aşamalar ve geleceği hakkında neler düşünüyorsunuz?

  Türk Endodonti Derneği’nin çalışmalarını yakından izliyorum ve emek verenleri sevgiyle alkışlıyorum. Ama ben bu konuda bir genelleme yapmak istiyorum. Bütün tıp branşlarında olduğu gibi endodontide ve dişhekimliğinin diğer disiplinlerinde dernekleşme gerek bilimsel aktivitelerin meslektaşlarımıza aktarılmasında gerek yeni gelişmelerin organize bir şekilde anlatılmasında gerekse de sosyal dayanışmayı gerçekleştirmesi noktasında çok faydalı buluyorum. Özellikle kongre katılımlarının artmasını çok istiyorum  Bütün dünyada kongreler kendi anabilim dalına ait dernekler tarafından düzenleniyor. Ayrıca Türk Endodonti Derneği’nin uluslararası bir boyuta ulaşması da ülkemiz açısından büyük bir şereftir. Türk Endodonti Derneği’nin Avrupa Endodonti Derneği ile entegre çalışması, bu derneklerin temsilciler göndererek faaliyetlerini takip etmeleri ve çalışmalara katılan arkadaşların bunları bizlere aktarmalarını bilimin uluslararası boyuta ulaşması bakımından çok yararlı görüyorum. Geçmiş yıllar göz önüne alındığında sadece endodonti değil, genel dişhekimliği çok büyük bir gelişme göstermiştir.

 

FH: Bunca yılınızı büyük bir çaba ve özveriyle geçirerek, çok sayıda öğrenci ve asistan yetiştirdiniz. Tabii ki hayat devam ediyor. Burada sizden sonra da genç kardeşlerimiz yetişerek sizin ve bizlerin yerlerimizi alacak ve umarım bir gün sizin gibi emekli olma onurunu yaşayacaklar. Bu mesleğe yeni başlayanlara, öğrencilere ve meslektaşlarınıza neler söylemek istersiniz?

  Dişhekimi ve öğretim üyesi açılarından konuyu değerlendirmek gerekiyor. Kesintisiz kırküç yıl öğretim üyeliği yapmış biri olarak söyleyebileceğim o kadar çok şey var ki, önem sırasına göre dizsem sabaha kadar konuşabiliriz. Ama bazı prensiplerden bahsetmek isterim. Bir akademisyenin en temel görevi, kendi yerine oturacak kişinin kendisini geçmesini sağlamaktır. Hani ünlü İranlı filozofun söylediği gibi “Çırak ustayı geçmezse sanat ölür”. Ben bu konuda gerçekten büyük keyif içindeyim. Dişhekimliği fakültesinin eğitimini üstlenmiş bütün arkadaşlarım, hatta bütün eğitim kadrosu iyi yetişmiş kaliteli insanlardan oluşuyor. Bu çok önemli bir özelliktir. Bunun ana sebeplerinden bir tanesi, bu fakülteye öğretim üyesi olmak üzere bilim adamı adayları seçilirken bazı önemli kriterlere dikkat edilmesiydi. Aldığı aile terbiyesi, genetik kimliği, çevresinin etkisi ve almış olduğu eğitim o kişinin kişiliğini oluşturuyor. Tabii ki bilimsel yeterliliklerinin de üst düzeyde olması önemli. Ama en öncelikli faktör kişisel kalitelerini doğru tahmin edebilmektir. Bilgiyi her yaşta öğrenebilirsiniz, ama 25 yaşındaki bir bireyin kişiliğini değiştiremezsiniz. Akademisyen olacak bir kişinin en önemli vasfı iyi insan olmasıdır. Aslında bu sadece öğretim üyeliği için de değil her meslek için geçerli bir durumdur. Ne kadar güzel bir şey, Sami (Prof. Dr. Sami Büyükgökçesu) öğrenci olarak fakültemize girdiğinde rahmetli babası bana gelip “Eti senin kemiği benim” dedi. Rafet Hoca cildiyenin en sevilen hocasıydı. Ben o günden beri bu sözü hiç unutmadım.

 

Sohbetin, muhabbetin tadına doyamayarak sayfalar doldu. Sayfalar nedir ki ömürler doluyor. Tanrım, tüm sevdiklerime ve tüm meslektaşlarıma sağlık, güzellik ve mutluluklarla dolu uzun ömürler versin.

 

  YASAL UYARI: Bu yazı/haber/makale'nin bütün yayın ve çoğaltma hakları VESTİYER YAYIN GRUBU'na aittir. Kaynak gösterilmeksizin kısmen veya tamamen iktibas edilmesi yasaktır.

 

        


YASAL UYARI: Bu yazı/haber/makalenin bütün yayın ve çoğaltma hakları VESTİYER YAYIN GRUBU'na aittir. Kaynak gösterilmeksizin kısmen veya tamamen iktibas edilmesi yasaktır.
Reklam
Reklam

Yorum Ekle
Copyright © Vestiyer Yayın Grubu, 1989-2021. Tüm Hakları Saklıdır.