Afyon ili sınırları içinde bulunan Eber Gölü, üzerinde bulunan yüzen adaları, sazlıkları, balıkçıları, binbir renk kuşları, sinekleri, balıkları, yılanlarıyla doğanın tüm güzelliklerini sunuyor
Eğer fotoğraf çekmeyi, farklı yerler görmeyi seviyorsanız Deniz, kum, güneş tutkunu değilseniz İlle de konfor demiyorsanız, rotanızı bir de Türkiyenin iç batı yönlerine çevirin deriz. Afyon ili sınırları içinde bulunan Eber Gölü doğanın tüm güzelliğini, bakirliğini önünüze seriyor adeta Biz de fotoğraf çekme heyecanı içinde olan üç gazeteci arkadaş sabahın erken saatlerinde Ankaradan Eber yönüne çıktık yola.
Eber, üzerinde yüzlerce adanın bulunduğu, eşine ender rastlanılan bir göl. 25 bin yöre insanının geçimine katkıda bulunan gölgedeki yüzer adalarda kamıştan yapılmış çok sayıda barınak bulunuyor. Balıkçılık ve kamışçılıkla geçinen yöre halkı, göl içindeki adalarda bulunana Vietnam tipi kamış evlerde aylarca kalarak yaşam mücadelesi veriyor. Geceleri gaz lambasıyla aydınlatılan bu tuhaf evlerde iri yılanlar ve sivrisinekler eksik olmuyor. Göldeki doğal dengenin bozulmasında kendilerinin de sorumlulukları olduğunu itiraf eden yöre sakinleri, Eberin kendi haline bırakılması durumunda muhteşem görüneceği konusunda hemfikirler.
Gölcülerin Eberdeki gezer adaların üzerinde kurdukları kamış evlerde aylar süren İlker şartlardaki yaşantılarını paylaşmak için sabahın üçünde yöreye has makassız, amortisörsüz tak tak taşıtı ile yola çıkıyoruz. Ayazın buz kestiği hendeklerde yarın saat yol alarak ağıl önünde bizi bekleyen kayığa ulaşıyoruz. Kayıkçımız Vahap, bizi karşılamak için belki de haftalar sonra kıyıya ayak basıyordu. Dört metre boyunda, daracık, kanoya benzer kayığımıza Beş kişiyi çeker mi? şüphesi içinde bindik. İki gazeteci arkadaşım oldukça korkmuşlardı. Tabiri caizse bet beniz kalmamıştı ikisinde de. Çok iyi daların gibi sözler söylense de dalıp çıkmamak mukadderdi nitekim.
Kamış hışırtıları ve kuş seslerinin eşlik ettiği yarım saatlik bir yolculuk sonunda üs olarak kullanacağımız kamış evlerin bulunduğu yüzer adaya yaklaşıyoruz. Sabahın loş ışığında bir yandan güneşin doğuşunu gözlüyoruz, öte yandan küçücük adadaki Vietnam tipi barınaklarında ya da suda süzülen kayıklarında bizi bekleyen balıkçıların fotoğraflarını çekmeye çalışıyoruz.
Adaya ayak bastığımızda oldukça sallandığını fark ediyoruz. Kavrulmuş yüzleri ve keçe gibi olmuş elleriyle bizi balıkçılar karşılıyor. Güneşin doğmasına yakın bir saatte tekrar göre açılıyoruz. Güneşin kızıllığında kamışların salınmasını, kuşların uçuşmalarını, bir de yalı çapkınlarının avına doğru pike yapmalarını çekmeyi planlıyoruz
Geceden hazır ettiğimiz azıklarımızla, kamış evlerde göl suyunda yapılmış çay eşliğinde açlığımızı bastıraduralım, yöre halkı malzeme dedikleri ağa takılan balıkları topluyorlar. Biz de motorlu kayığa bağlanmış diğer kayıkta ağa takılı ışıl ışıl yüzgeçli balıklar ile güneşin kızıl ışığını birleştirmeye çalışıyoruz. Gölde yüzlerce ağ bulunuyor. Bu ağlar balıkçılar tarafından günde birkaç defa kontrol ediliyor. O sırada ağlara takılı balıkların hareketsizliği dikkatimizi çekti. Vahapa sorduğumuzda; göldeki fabrika atıkları sebebiyle oluşan oksijensizlikten balıkların öldüğünü söylüyor. Oysa biz ağda da olsa kaçmak için çabalayan balıklara aşinaydık.
Eberdeki kuş türleri epey fazla. Türkiyenin, farklı kuş cinslerini bünyesinde barındıran en zengin göllerinden biri burası. Ancak, düzensiz avlanma ve av yasağına uyulmaması sebebiyle kuşlarda tedirginlik dikkat çekiyor. Fotoğraflarının çekilmesi güçleşiyor. Uzakta da olsanız hemen kaçıyorlar. Çok yakınına gidebildiğiniz leylekler bile burada tedirgin. Nereye gittiğini bilmediğimiz su yolaklarında sık sık yılanların ters yönde girişlerine şahit oluyoruz. Kimi küçük, kimi ise oldukça büyük yılanlar. Tüm canlılar bir koşuşturmaca, günü kurtarma telaşı içinde. Kamışlar arasında sık sık, her birinin önünde bir iki kayık olan barınaklar görüyorsunuz. Yönümüzü daha önceden de bildiğimiz Yakasenek kasabasının barınaklarının bulunduğu gölün karşı yakasına çeviriyoruz. Su ihtiyacımızı karşılama ve buradan da değişik görüntüler alma hesabı içindeyiz.
Göl gezisinin en heyecanlı bölümü yeni başlıyor. Kayıkçımız Vahapın ünlemesiyle irkildik, söğüt ağacının gölgesinde otururken. Gittiğimizde yaklaşık iki metre boyundaki bir yılanın o kocaman turna balığını yutmasına şahit olduk. Abartısız, balık yılandan iki kat daha kalındı
Bir anda o bunaltan hava gidiyor. Şimşekler çakıyor, yağmur taneleri düşmeye başlıyor. Aysa biz günbatımında yere serilmiş ışıl ışıl parlayan kındıraları (sulak yerlerde yetişen bir tür çayır otu), barınakları çekmeyi bekliyorduk. Ancak düşüncemiz ortadan kalkmış oldu. Bu durumda zorunlu olarak Adaköyden ayrılıp, üs olarak seçtiğimiz yüzer adaya gidip kayıklardan birini oraya bıraktıktan sonra kabaran gölde yağmura iyice yakalanmadan kıyıya dönmeyi düşündük. Ancak, motorun çalışma devrinin yükselmesi ve yağmurun başlaması bizi göle dalıp çıkmaktan farklı kılmadı. Kıyıya vardığımızda saat 20.30 olmuştu. Kındıra yüklü tak takımızın düşük hızına rağmen, sert esen ova rüzgarının otlunda, ıslak elbiseler içindeki bedenimiz buz kesti.
Barış Burda